Doktor hatası (malpraktis) tazminat davası; tıbbi malpraktis sebebiyle zarar görülmesi halinde, zararın giderilmesi istemiyle hasta tarafından görev – yetki sahibi mahkemede açılan davadır. Hemen bu noktada malpraktis kavramını açıklamak yerinde olacaktır. Malpraktis; “Kusurlu uygulama” demektir. Tıbbi malpraktis ise “bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulaması” anlamına gelir.
Tıbbi malpraktis (tıbbi uygulama hatası); hekimin veya hastane, poliklinik, tıp merkezi vs. sağlık kuruluşlarının bilgi eksikliği, ilgisizliği veya deneyimsizliği sebebiyle hatalı teşhis, yanlış tedavi veya yetersiz bakım hizmeti sonucunda hastanın gördüğü zarar, şeklinde ifade edilebilir. İşbu zarar sebebiyle açılan ve yine bu zararın giderilmesi talep edilen dava ise doktor hatası (malpraktis) tazminat davasıdır. Tıbbi malpraktis kavramı, Hekimlik Meslek Etiği Kuralları m.13’te şu şekilde düzenlenmiştir.
Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi “hekimliğin kötü uygulaması” anlamına gelir.
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Şartları
Her tıbbi müdahale, tabiatı gereği belirli ölçüde risk içerir. Bu sebeptendir ki, hasta izni ve onayı olmaksızın tıbbi müdahalede bulunulamaz. Söz gelimi, hasta için yararına olsa dahi ameliyat olmayı reddeden bir hastanın yalnızca hekim kararıyla ameliyat edilmesi mümkün değildir. Tıbbi müdahalede bulunulmasına rıza gösteren hastaya yönelik hekim marifetiyle uygulanacak her türlü uygulama “tıbbi standart” şeklinde ifade edilen meslek kurallarına uygun şekilde icra edilmek durumundadır.
- Tıbbi Standart
Hastaya yönelik her tıbbi müdahalenin özen yükümlülüğü ne uyularak uygulanması gerekir. Özen yükümlülüğünün ihmali halinde yaşanan kusur, tıbbi standart eksikliği şeklinde ifade edilir. Hekimler, tıbbi standardı takip etmek ve uygulamakla yükümlüdür. Aynı biçimde, bireylerin asli ve en önemli hakkı olan yaşama hakkı ve yaşama hakkı ile doğrudan ilişkili sağlık hakkının doktor tarafından tıbbi standartlara uygun şekilde korunması gerekir.
Tıbbi standardın nasıl belirleneceği merak konusudur. İşbu standart tespit edilirken, ülkenin sağlık koşulları dikkate alınarak bir doktorun gösterebileceği dikkat ve özen esas alınır. Buradan hareketle, bir doktorun sorumlu tutulmaması adına olağanüstü bir dikkat ve özen göstermesi gerekmez ve de beklenmez. Ortalama tıbbi bilgi, birikim ve deneyime sahip bir hekimden beklenen dikkat ve özenin gösterilmiş olması, hekimin sorumlu tutulmaması adına yeterlidir.
- Yargıtay ve Danıştay Kararlarından Hareketle Tıbbi Malpraktis Kavramı
Tıbbi standartlara göre gösterilmesi gereken dikkat ve özenden yoksun bir şekilde icra edilen her türlü doktor müdahalesine “tıbbi malpraktis” denir. Dolayısıyla hastanın tanı ve tedavisi esnasında standart uygulamaya aykırı davranılması, bilgi ve beceri noksanlığı ve doğru tedavinin uygulanmaması gibi durumlar, tıbbi malpraktis kapsamında değerlendirilir. Doktorun hatalı tıbbi uygulamasından vücut bulan sorumluluk ise kusura dayalı genel sorumluluktur.
Doktorun hukuki sorumluluğu tespit edilirken referans alınan ölçü; deneyimli bir doktorun standardıdır. Buna göre doktor, objektif olarak olayların doğal seyrine; sübjektif olaraksa kendi deneyimine, mesleki yeteneğine ve bilgisine, eğitiminin derecesi ve niteliğine göre, hastanın sağlığına herhangi bir zarar gelmeyeceğini öngörebilecek durumda olmalıdır. Bu noktada, özen yükümlülüğü söz konusu olacaktır. Özen yükümlülüğü, aşağıda sıralanan ve açıklanan üç alanda yoğunlaşmaktadır:
- Hastanın tedavisinde (hastalığın teşhisi, endikasyon, tıbbi tedbirin belirlenmesi, tedbirin uygulanması, tedavi veya cerrahi girişim sonrası bakım alanı)
- Hastanın aydınlatılması ve anamnez alınmasında
- Klinik organizasyonu alanında (personelin sayıca yeterli olması, personel niteliği ve konsültasyon)
Sıralanan üç alanda söz konusu olan kusura “Tıbbi Uygulama Hatası” yani malpraktis denir. Doktor, hastaya yönelik uyguladığı tıbbi müdahalelerde tıbbi standartlara göre gereken özeni ve dikkati göstermelidir. Hekim – hasta ilişkisinde tazminat davasına konu edilen malpraktis, genellikle şu şekilde tezahür etmektedir:
- Hekimin muayeneyi gerektiği gibi yapmaması, eksik yapması veya hastalık öyküsünü (anamnez) hiç ya da gereği gibi almaması, yapılması gereken tetkiklerde eksiklik yapılması vs. hatalar,
- Hastaya uygulanması gereken tıbbi müdahalenin yapılmaması, ameliyat esnasında hasta vücudunda yabancı madde unutulması, tedavi yönteminde yanlışlık yapılması, yanlış ilaç verilmesi, hatalı iğne yapılması veya iğnenin yanlış yere yapılması, hastanın veya müdahaleye konu uzvun karıştırılması, ölçüsüz müdahale, hijyen kurallarına aykırı davranılması, ameliyat tarzında hatalar,
- Hastanın sağlık durumu, hastalığın ağırlığı ve tipine göre dürüstlük ilkesinin mecbur kıldığı önlemlerde özensiz davranılması, gerekli nitelikli personel eksikliği, tedavi için gereken durumlarda doktorlar arası iş birliğinin (konsültasyon) sağlanmaması,
Hallerinde (teşhis, tedavi, organizasyon süreçlerinde) yapılan hatalar sebebiyle hastanın zarar görmesi halinde, zarardan sorumlular aleyhine doktor hatası (malpraktis) tazminat davası açılabilir. Hemen bu noktada, özellikle belirtilmesi gereken iki ayrı konu başlığı mevcuttu: konsültasyon ve stabilizasyon.
- Konsültasyon ve Malpraktis İlişkisi
Konsültasyon; hastalığın teşhisi, hastanın tedavisi ve takibi için sorumlu doktorun diğer uzmanlık alanları ile fikir alışverişinde bulunması, iş birliği yapmasıdır. Konsültasyon gereken durumlarda konsültasyon yapılmaması ya da gereği gibi yapılmaması halinde de malpraktis sebebiyle tazminat sorumluluğu söz konusudur. Konsültasyon yapılması gerektiği halde uzman görüşü alınmadan hareket edilmesi ya da konsültasyon yapılmasına karşın uzman görüşüne uygun hareket edilmemesi halinde de malpraktis nedeniyle tazminat sorumluluğu gündeme gelir.
- Stabilizasyon ve Malpraktis İlişkisi
Stabilizasyon; tıbbi rahatsızlığın belirli ölçülerde giderilerek vücut dengesinin tekrar sağlanması, vücut fonksiyonlarının stabilize edilerek aynı kararda seyredecek duruma getirilmesi, rahatsızlığın ağırlaşmasına engel olunması, yeni komplikasyonlar yaşanmasına mani olmak adına tıbbi destekte bulunularak hastanın dengede tutulmasını ifade eder. Hastanın stabilizasyonu sağlanmadan taburcu edilmesi veya bir başka yere sevk edilmesi sonucunda yaşanacak olumsuz gelişmeler de malpraktis kapsamında değerlendirilir.
Yargıtay, acil bir tıbbi vaka sebebiyle acil servise başvuran bir hastanın, sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın stabilizasyonu sağlanıncaya kadar acil servis görevlileri tarafından gereken tüm tıbbi hizmetlerin sunulması gerektiğini belirtmiştir.
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Görevli Mahkeme
Doktor hatası (malpraktis) tazminat davasında görevli yargı organları şunlardır:
- Eser veya vekalet sözleşmesi nedeniyle tıbbi malpraktise dayanılarak açılacak davalar tüketici mahkemelerinin görev alanına girer.
- Tıbbi malpraktis sebebiyle bağımsız çalışan doktorlar aleyhine tazminat talebiyle açılacak davalar, tüketici mahkemelerinin görev alanına girer.
- Şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işletici olduğu özel hastaneler aleyhine tıbbi malpraktise dayanılarak açılacak davalarda görevli yargı organı da tüketici mahkemeleridir.
- Kamu hastanelerine, sağlık kuruluşlarına karşı tıbbi malpraktis sebebiyle açılacak tazminat talepli davalar idare mahkemelerinin görev alanına girer.
- Üniversite hastanelerinde (devlet – vakıf ayrımı gözetilmeksizin) yaşanan malpraktisler sebebiyle maddi ve manevi tazminat davalarına bakmakla görevli yargı organı da idare mahkemesidir.
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Yetkili Mahkeme
Doktor hatası (malpraktis) tazminat davasında yetki kuralları şunlardır:
- Davalı gerçek veya tüzel kişinin dava açıldığı sıradaki yerleşim yeri mahkemesi genel yetkili mahkemedir. İşbu mahkeme, doktor hatası (malpraktis) sebebiyle açılacak maddi ve manevi tazminat talepli davaların tamamında yetkilidir. Birden çok davalı olması halinde, davalılardan birinin yerleşim yeri mahkemesi yetkili mahkemedir. Genel yetkili mahkemeye ilişkin bu hususlar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 6. ve 7 . maddelerinde düzenleme altına alınmıştır.
- Eser veya vekalet sözleşmesinden kaynaklanan malpraktis sebebiyle açılacak tazminat davalarında yetkili mahkeme, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesidir.
- Tüketici mahkemelerinin görev alanına giren davalar, tüketicinin yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir.
- Haksız fiile dayalı malpraktis nedeniyle tazminat davaları, yukarıda izah edilen genel yetkili mahkemede açılabileceği gibi haksız fiilin işlendiği yer mahkemesi, zararın meydana geldiği yer mahkemesi veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde de dava açılabilir.
Doktor Hatası (Malpraktis) Tazminat Davası Zamanaşımı (Dava Açma Süresi)
Devlet hastanesi, araştırma hastanesi, üniversite hastanesi, aile sağlığı merkezi gibi kamu hastanelerine karşı hizmet kusuruna dayalı malpraktis sebebiyle tazminat davasının idare mahkemesinde açılacağını belirtmiştir. İdare mahkemesinde dava açmadan önce, zararın ve hekim hatasının öğrenilmesini takiben 1 yıl ve her halde 5 yıl içinde ilgili idareye tazminat talebi içeren yazılı başvuruda bulunulması gerekir. Başvurunun reddedilmesi halinde malpraktis sebebiyle tam yargı davası açılabilir.
İdare, ilgili tarafından kendisine sunulan yazılı tazminat talebini kısmen ya da tamamen reddederse, başvurunun reddi işlemini izleyen 60 gün içinde idare mahkemesine başvurmak suretiyle doktor hatası tazminat davası açılmalıdır. Tazminat isteminin 30 gün içinde idarece yanıtlanmaması, ilgilinin tazminat talebinin reddedildiği şeklinde yorumlanır. Tazminat isteminin reddedilmiş kabul edilmesini takiben 60 gün içinde malpraktis sebebiyle dava yoluna gidilebilir.
İdareye karşı açılan davalarda ceza hukukundan kaynaklanan uzamış zamanaşımı sürelerinin geçerli olmadığını belirtmekte fayda var. Özel hastane veya doktorlara karşı haksız fiil nedeniyle açılacak doktor hatası davaları, zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenilmesini takiben 2 yıl ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren 10 yıl geçmesiyle birlikte zamanaşımına uğrar. Fakat tazminat hakkı, ceza hukuku düzenlemelerince daha uzun bir zamanaşımı süresi gerektiren bir cezaya neden olan fiilden doğmuşsa, zamanaşımı süresi belirlenirken ceza hukuku hükümleri esas alınır.
Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.
Özel hastane veya hekim aleyhine vekalet sözleşmesine dayalı açılacak malpraktis davalarında ise 5 yıllık zamanaşımı öngörülmüştür. Yine özel hastane veya hekim aleyhine eser sözleşmesine dayalı olarak açılacak malpraktis davalarında da 5 yıllık zamanaşımı süresi vardır. Hekim, ağır kusurlu bir tıbbi uygulamada bulunduğu takdirde, ağır kusurlu işlemin niteliğine dikkat edilmeksizin 20 yıllık zamanaşımı süresi söz konusudur. Son olarak, estetik ameliyatların da eser sözleşmesi kapsamında değerlendirildiğini belirtelim
Hastaya tıbbi müdahalede bulunmadan önce onay alınmadan vekaletsiz iş görme sebebiyle açılan doktor hatası tazminat davalarında 10 yıllık zamanaşımı uygulanır. Son olarak, sözleşmeye aykırılık nedeniyle açılan malpraktis tazminat davalarında ceza davası zamanaşımı süreleri uygulanmaz.
Malpraktis Nedeniyle Hukuki ve Cezai Sorumluluk
Sorumluluk kavramı, kişinin hukuka aykırı eylemde bulunmak suretiyle bir başkasına verdiği zararı tazminle yükümlülüğünü ifade eder. Fakat bu tanımlama, özel hukukta sorumluluğa ilişkindir. Sağlık çalışanlarının sorumluluğu ise tıbbi uygulamalar esnasında hastaya verilen zarar karşısında hukuki sorumluluğudur. Sağlık çalışanlarının sorumluluğunun hukuki dayanağı, sağlık çalışanı ve hasta arasında açık ya da örtülü olarak kurulmuş bir sözleşme ya da haksız fiil oluşturur.
Tıbbi hatalar, teşhis veya tedavi metodunun belirlenmesi veya belirlenen metodun uygulanması esnasında ortaya çıkabileceği gibi aydınlatma kurallarının ihlali sonucunda da yaşanabilir. Hekim marifetiyle hastaya uygulanan tedavi metodunun hukuka aykırılık teşkil etmemesi, uygulanan yöntemin tıp biliminin ve mesleğinin kurallarına uygun olmasına bağlıdır. Hekimin tıbbi hatası olduğunun ileri sürülebilmesi ise yaşanan sonucun hekim tarafından öngörülebilir ve önlenebilir olması gerekir.
Hekimin öngörebilir ve önleyebilir olması noktasında referans alınan ölçütlerse; ilgilinin yaşı, zekası, eğitim ve sosyal seviyesi, görgüsü vs. özellikleridir. Söz konusu özellikler dikkate alınarak neticesin öngörülebilir olup olmadığı tespit edilir. Dolayısıyla, tıbbi tedaviyi icra eden doktorun mesleki deneyimi, çalışma şartları, aldığı eğitim, hastanın durumu ve hastalığın niteliği, tıbbi müdahalenin icra edildiği tarih ve o zamanın şartları gözetilerek “öngörülebilirlik” hususu değerlendirilir.
Hasta ile Hekim Arasındaki İlişkinin Hukuki Niteliği
Hasta ile hekim arasındaki ilişkinin hukuki niteliği, malpraktis sebebiyle doktorların hukuki sorumlulukları açısından tek bir hukuki dayanak söz konusu olmadığı için birkaç farklı başlık altında ayrı ayrı incelenir. Hatalı tıbbi müdahaleden dolayı doktor sorumluluğu değerlendirilirken, doktorun mesleğini icra ettiği kurum ve kuruluşun niteliği önemlidir. Doktorun çalıştığı kurum ve kuruluşun niteliği, doktor – hasta arasındaki hukuki ilişkinin tespit edilmesi sorununu beraberinde getirmektedir.
Zira, doktor hatası (malpraktis) davasında ileri sürülebilecek hukuki nedenler açısından bu ilişkinin hukuksal belirlenmelidir. Doktor ve hasta arasındaki doğrudan ilişkinin niteliği, öğretideki hakim görüşe göre vekalet sözleşmesidir. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik kararları da doktor ve hasta arasındaki doğrudan ilişkinin hukuksal niteliğinin vekalet sözleşmesi olduğunu destekler mahiyettedir. Bu nedenle, doktor hatası (malpraktis) davasında sözleşmeye aykırılık hükümleri uygulanır.
Hasta, bir hastaneye başvurursa ve gittiği hastanede daha önceden belirlediği ve uzlaştığı doktor yoksa, muayenesi ve tedavisi için hastane yönetimi marifetiyle bir başka doktor görevlendirilir. Bu tür bir durumda hasta ile doktor arasında değil; hasta ile hastane arasında ilişki kurulacaktır. Hasta ile hastane arasında kurulan ilişki incelenirken, ilgili hastanenin niteliğine göre farklı durumlar söz konusu olacaktır;
Hastanın başvurduğu hastanenin özel sağlık kuruluşu olması halinde, hastanın tedavisi için içeri alınmasıyla birlikte hastane ve hasta arasında hasta kabul sözleşmesi kurulmuş olur. Bu durumda hastanın tedavisini üstlenecek hekim, tedaviyi kendi adına değil; hastane adına üstlendiğinden dolayı “yardımcı kişi” konumundadır.
Hastanın başvurduğu hastanenin kamu hastanesi olması halinde, hasta ile hastane arasında özel hastanede olduğu gibi sözleşmeye dayanan bir ilişki kurulmaz. Hastanın tedavisini üstlenen kamu görevlisi doktor ile hasta arasında da doğrudan bir ilişki söz konusu değildir. Bu tür bir durumda hasta açısından “kamu hizmetinden yararlanma” hali söz olacaktır. Dolayısı ile, hastanın tedaviden zarar görmesi halinde hekim aleyhine değil; hizmet kusur sebebiyle kamu hastanesinin bağlı olduğu devlet kurumu aleyhine dava açılır.
Zira kamu hastaneleri ve kamu hastanelerinde çalışan sağlık personelinin sorumlulukları hizmet kusuru kapsamında değerlendirildiği için ve kamu bu kişiler kamu görevlisi olduklarından dolayı Anayasa m.129/5 hükmü uyarınca sadece ilgili kamu kuruluşu aleyhine dava yoluna gidilebilir. 2709 sayılı Türki Cumhuriyeti Anayasası m.129/5:
Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.
Bağımsız Çalışan Hekim ile Hasta Arasındaki İlişkinin Hukuki Niteliği
Bağımsız çalışan hekim ile hasta arasındaki ilişki, Yargıtay kararları ve doktrine göre vekalet sözleşmesine dayanır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.501/1 ve 502/2 düzenlemelerine göre vekalete dair hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanacaktır. Hasta ile bağımsız çalışan hekim arasındaki sözleşmenin de bu tür bir iş görme sözleşmesi olmasından sebep, vekalet sözleşmesi hükümleri uygulanacaktır.
Hasta ile doktor arasındaki sözleşmenin vekalet sözleşmesi olmasının asli sebebi, vekalet sözleşmesiyle vekil tayin edilen kişinin iş ya da hizmet sözleşmesine kıyasla daha geniş hareket alanına sahip olmasıdır. Vekalet sözleşmesi, taraflar arasında alt – üst ilişkisinin bulunmadığı ve hizmet akdindeki gibi işverene bağımlılığın söz konusu olmadığı bir sözleşme türüdür. Vekalet sözleşmesi ile vekil, sözleşmeye konu işi özenle ifa etme borcu altına girer.
Vekalet sözleşmesi, iş ya da hizmet akdinde olduğu gibi belirli bir süre için tesis edilmez. Yargıtay, hasta – doktor ilişkisinin vekalet akdi olduğunu belirterek vekalet görevini icra eden vekilin sonucu elde edememesi nedeniyle sorumlu olmayacağını, sonuca ulaşmak adına yerine getirdiği işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmaması sebebiyle yaşanan zararlardan sorumlu tutulacağını ifade etmiştir. Özetle, doktor – hasta ilişkisinin vekalet sözleşmesi olduğu yönünde Yargıtay’ın çeşitli içtihatları vardır.
Tedavi sözleşmesi veya hekimlik sözleşmesi olarak da bilinen hekim – hasta arasındaki sözleşme, hekimin tıbbi müdahalede bulunmak yükümlülüğü altına girmesi; hastanın da tıbbi müdahalenin karşılığı ücreti ödeme yükümlülüğü altına girmesi sonucunu doğurur. Kimi hallerde, doktor – hasta arasındaki ilişkiye eser sözleşmesi hükümleri de uygulanabilir. Söz gelimi, hukuki ilişkiye konu işin estetik ameliyat olması halinde eser sözleşmesi hükümleri uygulanır.
Konusunu estetik ameliyatın oluşturduğu sözleşmenin “eser sözleşmesi” kapsamında değerlendirilmesinin temel nedeni, sözleşmede doktorun bir iş görmesi değil; bir eser meydana getirilmesi üzerine anlaşılmasıdır. Dişçilik ve ortopedide de benzer durum söz konusudur. Misal, hastaya takma bacak takmayı üstlenmek, takma diş yapmak vb. edimler de eser sözleşmesidir. Dolayısıyla, Türk Borçlar Kanunu m.470 ve devamı hükümleri esas alınarak sorumluluk belirlenir.
Son olarak, vekaletsiz iş görmeden doğan sorumluluğa değinmek gerekirse; söz gelimi, bir kaza sonucunda hastanın onayı almak durumunda olmayan hekimin hastaya müdahale etmesi, vekaletsiz iş görmeden doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.
Özel Hastane ile Hasta Arasındaki İlişkinin Hukuki Niteliği
Türk Borçlar Kanunu, hasta ile özel hasta arasında tesis edilen sözleşmeye özel bir düzenlemede bulunmamıştır. Bu bakımdan, özel hastane ile hasta arasındaki ilişkinin hukuki niteliği için öğretiye bakılır. Öğretide işbu sözleşmeye “hasta kabul sözleşmesi” denir. Hasta kabul sözleşmesi, özel hastaneye başvuran hasta ile özel hastane işletmecisi arasında kurulur. Hasta kabul sözleşmesi ile özel hastane işletmecisi; tıbbi tedavi, yedirip içirme, barındırma vs. hastane bakımına dair edimleri yerine getirme yükümlülükleri altına girer.
Herhangi bir şekilde şartına tabi olmayan hasta kabul sözleşmesi, tıpkı Alman ve İsviçre hukukunda olduğu gibi Türk Hukuk Sisteminde de karma sözleşme statüsündedir. Söz konusu sözleşmenin esas gayesi, özel hastaneye başvuran hastanın tedavi edilmesidir. Sözleşmedeki esas edimse iş görme edimi niteliği taşır. Hastanın yatırılması, yedirilip içirilmesi vs. bakım hizmetleri, esas amaç olan hastanın tedavi olması amacına ulaşılmasına yardımcı olan yan edim yükümlülükleridir.
Hukuki niteliği itibariyle tartışmaya açık bir sözleşme türü olan hasta kabul sözleşmesi, Alman Hukuk Sisteminde hizmet sözleşmesi hükümlerine tabi bir sözleşme olarak değerlendirilirken İsviçre Hukuk Sisteminde vekalet sözleşme hükümlerine tabi olması gereken bir sözleşme olarak değerlendirilir. Türk Hukuk Sistemindeki hakim görüşse, hasta kabul sözleşmesinin esas edimi oluşturan tıbbi tedavi ediminin vekalet sözleşmesine; yan edimlerinse tipik sözleşme hükümlerine tabi olması gerektiği yönündedir.
Netice itibariyle özel hastanelerde kurulan sözleşme ilişkisi, hasta ile özel hastane arasında tesis edilir. Hastanın tedavisini üstlenen doktor veya yardımcı personel, işbu sözleşmeye taraf değildir. Bu bakımdan, hasta doğrudan özel hastane ile muhataptır. Tedaviyi yerine getiren hekimin hukuki durumu ise TBK m.116’da ifade edilen şekliyle ifa yardımcısıdır. Özel hastane, ifa yardımcısı durumundaki doktorun malpraktisinden kusursuz sorumludur.
Kamu Hastanesi ile Hasta Arasındaki İlişkinin Hukuki Niteliği
Doktor hatası (malpraktis) tazminat davası başlığı altında izah edeceğimiz son husus, kamu hastane ile hasta arasındaki ilişkinin hukuksal niteliğidir. Tedavi olmak amacıyla bir kamu hastanesine başvuran hasta ile hastane ve hekim arasında sözleşme ilişkisi kurulmaz. Zira kamu hastaneleri, kamu hizmeti verir. Dolayısıyla bu durumdaki ilişkinin vekalet ilişkisi olmadığı açıktır. Söz konusu ilişki, idare hukuku ilişkisidir. Kamu hastanesine başvuran hasta, kamu hizmetinden faydalanan statüsündedir.
Kamu hastanesi ile hasta arasındaki ilişki, idare hukuku kuralları esas alınarak değerlendirilir. Kamu hizmetinden yararlanan hasta, tedavisi esnasında zarar gördüğü takdirde, somut olayın koşullarına göre devlete karşı veya ilgili kamu tüzel kişiliğine yönelik dava yoluna gidebilir; ancak, doktoru veya diğer sağlık personelini dava edemez. Zira, yukarıda da paylaşıldığı üzere, T. C. Anayasası m.129 hükmü uyarınca, ancak idare aleyhine dava açılabilir. Nitekim 657 sayılı Kanun m.13’te de şu düzenleme hüküm altına alınmıştır.
Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.
Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başta olmak üzere Türk hukuk düzeni, kamu görevlerinin icra edilmesi esnasında yaşanabilecek zararlarda asli ve birinci derece sorumluluğun devlete ait olduğunu hüküm altına almıştır. Kamu hastanelerinde gördüğü tedavi sebebiyle zarara uğrayan kişi, evleviyetle devlet veya ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine dava yoluna gidebilecek; davacıya tazminat ödemek durumunda kalan devlet de söz konusu personele rücu edebilecektir.
Sonuç
Hekimlik Meslek Etiği Kuralları m.13’te malpraktis kavramı “Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulaması, anlamına gelir.” şeklinde düzenlenmiştir. Türk Hukuk Sistemi, hastaların yaşayabileceği bu tür olumsuz durumlara karşı birtakım düzenlemeler getirerek hastaları hukuk güvencesi altına almıştır. Doktor hatası (malpraktis) tazminat davası, hastaların maruz kaldığı zararların giderilmesi amacıyla açılan tazminat talepli davadır.
Tıbbi müdahalelerin hasta için belirli ölçüde risk teşkil etmesi, tıbbi müdahalenin doğasında vardır. Zira esas olan, korunması amaçlanan hak, hastanın yaşama hakkıdır. Tıbbi müdahalenin amaçlandığı gibi icra edilememesi ise tıbbi hata olarak ifade edilir. Hastalara verilen sağlık hizmeti esnasında yaşanabilecek tıbbi hatalar; yanlış bir işlem yapılması, doğru işlemin yapılmaması veya doğru işlemin yanlış yapılması sonucunda yaşanabilir.
Doktorun yanlış teşhisi, yanlış tedaviye yönlendirilmesi ise dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık teşkil eder. Hekimin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması ise sorumluluk hususunu gündeme getirecektir. Hatalı tıbbi uygulamada bulunan bir doktor, hukuki açıdan kusurları oranında; cezai açından TCK’de düzenlenen ilkeler kapsamında sorumlu tutulacaktır. Doğru ve eksiksiz tıbbi uygulamalara rağmen çeşitli komplikasyonlar oluşması halinde, komplikasyonlardan dolayı doktorlar sorumlu tutulamayacaktır.